Ressam Yeşim Akçakaya, lösemi hastalığı ile sekiz yıl mücadelenin ardından 17 Ocak 2023 günü 21 yaşında yaşamını yitirmiştir. Yeşim Akçakaya Sanatçı Misafir Evi (YASME), Yeşim Akçakaya’nın adını yaşatmak üzere Akçakaya ailesi tarafından 2024 yılında başlatılmış olan, görsel çağdaş sanatlara odaklanmış bir sosyal sorumluluk projesidir. Bolu Dağı’nda yer alan ve aileye ait olan ev, bir sanatçı misafir evi (artist residency) olarak düzenlenmiştir.
Bolu Dağı’ndaki Elmalık Köyü’nde bulunan YASME, resim, heykel, fotoğraf ve video sanatı başta olmak üzere birçok farklı disiplinden üretim yapan genç sanatçıları Bolu’da ağırlayarak özel ve özgür bir çalışma ortamı sunmayı hedefleyen bir misafirlik programıdır. Genç sanatçıların çalışmalarını sürdürmeleri için dört hafta süreli bir alan desteği sağlayarak farklı şehirler arasında kalıcı bağların oluşmasını desteklemeyi amaçlayan Yeşim Akçakaya Sanatçı Misafir Evi, gençlere Bolu’nun eşsiz doğası ve kültürel zenginlikleri ile buluşma imkânı sunmaktadır.
Küratör Derya Yücel’in danışmanlığı ve yürütücülüğünde gerçekleşen programa destek verecek olan sanat profesyonelleri ile sanatçıların araştırma, üretim, proje ve sergileme süreçlerinde rehberlik ve destek sağlanması hedeflenmektedir. Program gençlere açık bir atölye sunarken, ilgili kurumlarla diyalog halinde düzenlenecek açık atölye günleri, sanat söyleşileri, yerel zanaatçılarla tanışma, çevre gezileri gibi etkinliklerle de desteklenmektedir.
Kurum ilk sanatçılarını 23 Nisan – 9 Eylül 2024 tarihleri arasında ağırlamıştır. 2024 katılımcıları için Sesimiz Ol Platformu üyesi olan, deprem bölgesi dezavantajlı genç sanatçılara çağrı açıldı. 26 başvuru içinden 6 sanatçı seçildi.
· Baran Aykutbay (Diyarbakır)
Hatice Alper (Batman)
Eylül Meryem Söylemez (Gaziantep),
Zehra Tezdönen (Mardin)
Duydu Erkılınç (Gaziantep)
Ahmet Hakan Akkuş (Kahramanmaraş)
Sanat dünyamızın değerli isimleri YASME’yi ziyaret etti:
Derya Yücel, Ebru Nalan Sülün, Nazlı Pektaş, İlker Cihan Biner, Ahmet Ergenç, C. Alim Sarı, sanatçılar Adviye Bal, Burcu Günay ve Kamer Erdoğan.
Yeşim Akçakaya resim sergisi açıldı ve kataloğu yayımlandı, Koç Okulu, 3-26 Mayıs 2024.
Altı sanatçımız ile çevredeki Bolu, Mudurnu, Göynük, Abant Tabiat Parkı, Gölcük, Seben ziyaretleri gerçekleştirildi.
Nazlı Pektaş, Gazete Oksijen, 7 Ağustos 2024
İlker Cihan Biner, Artıgerçek Gazetesi, 31 Ağustos 2024
Aydınlık Gazetesi Kültür-Sanat Sayfası, 19 Eylül 2024
Zafer Bilgin, Sanat Hayatı programı, Ulusal Kanal, 24 Şubat 2024
Hülya Denizalp, Toplumsal Dönüşümde Sosyal Girişimcilik programı, Açık Radyo, 22 Ağ. 2024
Tolga Ünsün, Cazın Kadrajı Programı, JoyJazz Radyo, 6 Aralık 2024
yasme.offical Instagramda 496 takipçiye ulaştı.
2. Edisyon Açık Çağrımıza başvuran 41 sanatçımızdan altısı 2025 sanatçıları olarak Sanat Danışmanımız Sn. Derya Yücel tarafından seçildi.
Ömer Kılıç
Hesen Chalak
Başak Çolak
Emre Samancı
Aslınur Sarıca Ünal
Hande Dilaver
Yeşim Akçakaya Sanatçı Misafir Evi, resim, heykel, fotoğraf ve video sanatı başta olmak üzere birçok farklı disiplinden üretim yapan genç sanatçıları Bolu’da ağırlayarak özel ve özgür bir çalışma ortamı sunmayı hedefleyen bir misafirlik programıdır.
Üst katta: Üç yatak odası ve bir banyodan oluşan 45 m2 özel yaşam alanı
Orta katta: Salon (30m2), balkon, açık mutfak ve bir tuvalet
Alt katta ise stüdyo (50 m2) yer almaktadır. Stüdyoda iki ayrı duvarda 170X220 cm ebatta kontraplak pano, iki adet 80X160 cm tekerlekli masa, bir lavabo çeşitli şovaleler bulunmaktadır. Stüdyo aynı zamanda yaklaşık 10 m2lik kış bahçesine ve oradan bahçeye açılmaktadır.
Mudurnu
Göynük
Abant Tabiat Parkı
Gölcük
Seben
Küratör, sanat yazarı ve AICA Türkiye (Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği) üyesi. YTÜ Sanat Yönetimi lisansı (BA, 2006), YTÜ Müzecilik yüksek lisansı (MA, 2010) ve İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi doktorasını (PhD, 2022) tamamladı. 2004 yılından itibaren birçok önemli ulusal ve uluslararası küratöryel sergi gerçekleştirdi. İstanbul Kültür Üniversitesi, ve İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde dersler veren Sn. Dera Yücel Ocak 2015 tarihinden itibaren Sabancı Üniversitesi KASA Galeri’nin Sergi Projeleri direktörü olarak görev yapmaktadır. Dr.Yücel çok sayıda sanatçı kitabı ve sergi kataloğu yazdı, derleme kitaplar hazırladı, sanat üzerine yazıları basılı/dijital mecralarda yayımlandı.
Resim tutkunu Yeşim Akçakaya Şubat 2001’de dünyaya geldi. 14 yaşında lösemi hastalığına yakalandı. Sekiz yıl boyunca çeşitli ilaç tedavileri ve iki kemik iliği nakli ile hastalığıyla müthiş bir mücadele sürdürdü, ancak 17 Ocak 2023 günü 21 yaşında yaşamını yitirdi.
Yeşim’in resimleri, onun kısa ve hastalıkla geçen yaşamında çok önemli yer tutan birkaç unsur ile şekillenmiştir. Yeşim’in sanatsal ifadesini şekillendiren bu unsurların başında hastalık süreci gelir. Yeşim çok uzun süre hastanede yatmış, birçok ameliyat geçirmiş ve kendisine binlerce müdahale yapılmasının yanında ve ötesinde birçok umut kırıcı haberle yüzleşmiştir. Kalp kırıklıkları arasına serpiştirilen umut ve sevinç dolu günleri en iyi şekilde değerlendiren Yeşim’in içinde yaşadığı karabasan, teşhisten vefatına dek her aşamada onun işlerini etkisi altına almıştır. Yeşim, zamanını sosyal hayattan tamamen kopmuş olarak geçirirken sağlığı el verdikçe kitap okudu, belgesel ve film izledi, çeşitli hobiler denedi. Bunlar arasında resim, kil ile çalışma, tahta yakma, tahta oyma, takı tasarımı ve linol baskı bulundu. Henüz ortaokulu yeni bitirmişti ve zorunlu izolasyon nedeniyle bu hobileri kendi imkanlarıyla öğrendi.
Bir yılın ardından Yeşim, büyük bir tutkuyla Koç Lisesi’nde eğitime başladı ve eğitimini sürdürme, öğrenme tutkusunu besleme şansını elde etti. Resim dersleri, sanat alanında kendini daha da geliştirmesine olanak verdi. Çeşitli sanatçıları, akımları ve teknikleri öğrendi. Bazı çalışmalarında hastalığını ve ağrılarını sembolik olarak işledi.
Beş yıl sonra, pandemiye denk gelen hastalık nüksüne rağmen diplomasını aldı ve istediği iki üniversiteye kabul edildi. Üniversiteye iki yıl boyunca gitmeye çalıştıysa da buna imkânı olamadı. Bu süreçte isyankâr hasta, yavaş yavaş uyumlu bir kimliğe büründü. Yaşından beklenmeyecek bir olgunlukla son döneme adım atarken umudunu yavaşça kıstı, kaçınılmaz sona hazırlanmayı bildi; bu süreçteki duygu ve düşüncelerini tuvale yansıttı.
Öğretmenleri Yeşim’in ardından şunları söylediler:
"Dürüst, yaratıcı, pragmatik, duyarlı, Güçlü, Mütevazı, Cesur, Saygılı, kibar, çalışkan, azimli, emek veren, sabırlı, hoşgörülü, sakin, üretken, olgun, prensipleri olan, kişilikli, zeki, dirençli, sevgi dolu, Asla pes etmeyen, hastalığına rağmen yoluna hiçbir şey yokmuş gibi devam eden, Çok konuşmak yerine çok dinleyen, Dayanıklı, öğretici, iyi bir öğrenen, mücadeleci … "
“Kendine olan inancı çok kuvvetliydi.”
“Her yönüyle yaşamayı sevmesinin ve sanatçı kişiliğinin ona yardımcı olduğunu düşünüyorum. Bir de kimsenin ona acımasını istemiyordu, bunun için de acılarını göstermek istemiyordu. Bizim hissettiğimiz, anladığımız onun çektiği acıların acaba ne kadarıydı?”
“Çalışkanlığı, üretme ve yaratma isteği, sanata ve yaşama olan bağlılığı…”
“Yaşama ve sevdiklerine bağlıydı. Kendine inanırdı…Tüm zorlukların üstesinden çalışkanlığı, üretme motivasyonu ve sanata olan yatkınlığı ile gelmeyi çok güzel başardı.“
“Birçok şeye yeteneği vardı … bir ürün ortaya koyduğunda çok mutlu olduğunu görebiliyordum.”
“Sanatsal bir bakış açısı ve becerisi vardı. Araştıran, disiplinlerarası düşünen ve sorgulayan yapısı onun görsel dilde olduğu kadar, edebi dilde de başarısını yansıtmaktaydı.”
“Başta sanat ve edebiyat olmak üzere istediği her konuda emek vermekten kaçınmayacak, geri bildirimlere, öğrenme ve gelişmeye her zaman açık, çok azimli biriydi Yeşim. O yüzden isteyip de başarılı olamayacağı bir alan düşünemiyorum. Özenliydi, yaptığı her işe yüreğini koyardı. …Eduardo Galeano'nun Aynalar kitabındaki gravürlere benzer çizimler (beklerken) Yeşim gravürün nasıl yapıldığını öğrenip gerçekten gravür tasarlamıştı. Edebiyat dergisi Boyut'un kapak tasarımlarından, kendi döneminin mezuniyet tişörtlerine, okuduğu kitaplardan esinlenip hastanedeyken tasarladığı kitap ayraçlarına, takılara, öylesine ruh halini yansıtmak için karalayıverdiği ama değme sanatçılara, dışavurumculara taş çıkartacak, bakmaya yürek dayanmaz çizimlerine kadar yeteneğini haykıran, ruhunu yansıtan yüzlerce işi var Yeşim'in.”
“Yeşim edebi açıdan oldukça başarılı biriydi. İletişimi, kendini ifade etme becerisi oldukça güçlüydü. İç dünyasına doğru yolculukta cömertçe paylaşımlar yapabilen, kendine yönelik farkındalığı oldukça yüksek, gözlem yeteneği gelişmiş biriydi.”
“Yazışmalarımıza geri dönüp baktığımda birçok kere sağlık sebeplerinden toplantı ertelediğimizi gördüm. O kadar soğukkanlılıkla olanları açıklayıp sonraki adımları planlıyordu ki...”
“Zorlukla yürümesine rağmen hiçbir randevusunu aksatmadı. Hep saygılı, iyimser ve çalışkan oldu Yeşim.”
“Onu tanımaktan çok mutluyum. Hepimize ders niteliğinde olduğunu düşünüyorum. Onunla aynı okulun içindeyken de bunu hissediyordum. Onu kaybetmeden yaklaşık 2 hafta önce mesaj atmıştım çok özledim diyerek. Huzurla uyusun.”
“Yeşim'i her düşündüğümde gurur duyuyorum, yüreğimi bir sevgi sarıyor. Onu, gücü ve üretimi konusunda örnek alıyorum. Bana insanca güçlü bir duruşu bu yaşında öğretmiş, tek öğrencim. İyi ki onu tanıdım, çok şanslı bir öğretmenim. Hayatımda her zaman özel bir yeri olacak ve bana sevgisi ile güç verecek, bunu hissedebiliyorum. Ondan gelecek en ufak bir haber, bir mesajlaşma mutlu etmeye yeterdi. Hastanedeydi çoğu zaman ve bol bol resim yapardı. Arada mesaj atardı. Kendini daha güçlü hissediyorsa konuşup sohbet ederdik bazen de. İyi gelirdi ikimize de. Filmlerden, kitaplardan konuşurduk.”
“Bazen insanlardan şikâyet ederdi, kızardı. Ne kadar güzel kızdığını, öfkesinin onu nasıl güçlü tuttuğunu anlatırdı bazen de. Sevgisiyle, öfkesiyle, coşkusuyla, direnciyle öylesine gerçek, öylesine güçlü ve öylesine güzeldi ki ancak onu tanıdığım için ne kadar şanslı olduğumdan ve ona hayranlığımdan söz edebilirim. Onu çok özledim ve çok seviyorum.”
“Yeşim her aklıma geldiğinde içimde bir hayranlık duygusu oluşuyor. Verdiği mücadele, dayanıklılığı, azmi ile başarma isteğini çok güzel taçlandırabilen biriydi Yeşim. Bu özellikleri ile insana çok öğretici olan ve hayranlık uyandıran izler bırakıyor. Mücadele etmeyi, pes etmemeyi, kendine ve yaşama temas edebilmeyi öğreten güçlü bir duruşu vardı Yeşim’in.”
“… Yaratıcı bakış açısı ile her daim yeni alternatifler ortaya çıkarma konusunda çok başarılıydı Yeşim. Yaşadığı zorlu günler zaman zaman olumsuz alternatifleri gündeme getirse de bir şekilde karşılıklı öğrenerek ve umudu koruyarak görüşmelerimizi sonlandırdığımızı hissederdim. Olumsuzluğa, mutsuzluğa rağmen mutlu olabilmeyi, mücadele etmeyi, gülümsemeyi, başarmanın mümkün olduğunu öğrenen ve öğreten biriydi Yeşim. Onu tanıdığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Şimdi hala daha içtenlikle diyebiliyorum ki “Yeşim başardın ve başarmaya devam ediyorsun. Hem de öyle güzel başardın ki Yeşim, temas ettiğin herkesi hayran bıraktın.”
“… sanat dersi için Minotor'lu bir proje hazırlamaya karar vermişti. Kaynak sormuştu bana. Bendeki Azra Erhat'ın Mitoloji Terimleri Sözlüğü'ne baktım ama o çoktan birçok kaynağa bakmıştı aslında. Fikirlerinden söz etmeyi severdi. Sanat sergilerinden konuşurduk. Bienalde Pera Müzesi'nde görüp beğendiği eserlerden, benim ona önerdiğim Canan Tolon sergisinden, Resim bölümü öğrencileri götürürken benim de onlara katıldığım ve bir kafesin içinden Reyhan Hoca'yla benim bankta otururken aslında kafesin içindeki bizmişiz gibi göründüğümüz fotoğrafımızı çektiği Arter'deki sergi ve gidemeyip uzaktan takip ettikleri…”
“Yeşim'i ölüm haberini almadan iki gün önce rüyamda gördüm… etkisinden günlerce kurtulamadığım bir deneyimdi. Rüyamda okuldaki atölyeme beni ziyarete geldi. Neden bilmem yerde oturuyordum, o da sırtıma sırtını dayayarak oturdu. … sizi çok özledim dedi. Bu sanki birbirimize veda gibiydi. … Çok güçlü, gerçek ve özel bir andı. Öyle bir öğrenciyi tanıdığım için dünyanın en şanslı insanıyım. Yeşim sayesinde yaşamın kıymetini, her saniyesinin değerini ve üretmenin güzelliğini anlıyor ve onu örnek alıyorum. Gücü beni şaşkına çeviriyor ve ilham oluyor.”
"Çalışmalarım, mitoloji ve kültürü insanlık halinin yansımaları olarak irdelemektedir. İnsanı anlam bulma amacıyla hikayeler yaratmaya iten insani güdüyle ilgileniyordum. Çeşitli mitolojik anlatılar ve batıl inançlar üzerine yaptığım araştırmalar sayesinde, insanların iç ve dış çatışmalar ile bilinmeyen şeyleri anlam verebilecekleri hikayelere dökme ihtiyacının doğuştan gelen bir dışavurum ihtiyacından kaynaklandığını fark ettim. Görsel anlatım açısından, Max Ernst ve Dorothea Tanning gibi sanatçıların etkisiyle Sürrealizm'e yöneldim. Bu nedenle, güçlü duyguları, korkulan fikirleri veya soruları ifade etmek için mitolojik masallar ve inançların yanı sıra kanserle iki savaş, bir kemik iliği nakli ve birçok ortopedik operasyon da dahil olmak üzere kendi duygularım ve mücadelelerimden ilham almaya karar verdim. Kişisel deneyimlerimi algımı şekillendiren unsurlar olarak katmanın yanı sıra, insanın hayal gücünün yarattığı en eski yapıtların bazılarında işlenen koşulların evrenselliğini kullanmayı tercih ettim.
Araştırınca, kahramanlardan çok canavarlara ilgi duydum. Bu yakınlığın temelinde, onlarda kendimden bir parça görmüş olmam yatıyordu. Örneğin, iki yılını hastane yatağında geçirmiş biri olarak, yapısı yüzünden kaçışı mümkün olmayan bir labirente hapsedilmiş olan Minotor'la aramda benzerlikler hissettim. “Minotor, Soyutlanmış 'taki bu soyutlanmışlık düşüncesi, bir kanser hastası olarak hissettiğim hem fiziksel hem de derin duygusal ayrılığı ifade ederken, Minotor, Kızgın ise buna sebep olanlara duyduğum küskünlüğü anlatmaktadır. Minotor karakteri ile, Minotor'un “kötü adam” ve insanların kurban olduğu geleneksel dinamiği alt üst ederek, izleyicileri- insanları- ihmal etmiş olabilecekleri “canavar”a yaptıklarıyla yüzleştirmekteyim. Benzer şekilde, Öz Yansıtma'da, kendi yansıması yüzünden öldürülen korkunç canavar Medusa'yı resmettim. “Canavarı” ölümünden hemen önce, korku ile tanımlanan en insani anında yansıtmaya çalıştım. Bu bağlamda, “Öz Yansıtma”, tedavilerim yüzünden meydana gelen fiziksel değişiklikler sebebiyle, olduğum gibi savunmasız bir şekilde görülmeye karşı duyduğum korkuyu ve arzuyu ifade etmektedir. Bu duygular ve deneyimler hayatımın paylaşmamayı tercih ettiğim özel kısımları. Bu açıdan bu sergi, daha önce ifade edemediğim duygu ve düşüncelerimin dışa vurumudur.
Akrilik boya, amaçlarım doğrultusunda verimli bir şekilde çalışmamı mümkün kıldığı için eserlerimin çoğunda kullandığım bir malzeme oldu. Bu materyal, Minotor serisi ve Otoportre'de yer verdiğim stilize formlara uygun opaklığı ile istediğim renk yoğunluğunu verdi. Ayrıca, Bastırık'ta olduğu gibi kalın boya katmanları eklerken ve baskı yaparken avantaj sağlayarak daha hızlı çalışmamı mümkün kıldı. Parçaları birbirlerine bağlayan bir başka görsel öge ise, birbirini vurgulayan soğuk ve sıcak renklerden oluşan iki zıt renk grubudur. Öz Yansıtma'da hareket katan çok katmanlı renkler ve sıyrılmış çizgiler aracılığıyla ışığı canlandırmak için yağlı boyayı tercih ettim. Nazar’da, belli otoimmün hastalıkların etkilerini andıran yapılar oluşturmak için mürekkep ve kâğıttan oluşan kolajlar kullanılmıştır. Karma teknikle ürettiğim eserlerimde kullandığım malzemeler kil, bez ve çeşitli buluntu nesneleri içermektedir.
Pandemi nedeniyle fiziksel bir mekan kullanamadık, bunun yerine sergi alanlarımızı sanal ortamda kurduk (artspaces.kunstmatrix.com). Çalışmalarım izleyiciyi yüzleşme yoluyla kendine çekmeyi amaçladığından, portreler göz hizasında sergilenerek, karakterlerimin dik bakışlarından kaçılması imkansız hale getirilmektedir. İzleyiciyi içeri girdiğinde çevreleyen duvarları olan yarı kapalı bir oda kullanırken, rahatlamak için aralara boşluklar da bıraktım. Bu alan, izleyicinin görmezden gelmiş olabileceği duygular, fikirler ve sorularla yüzleştiği bir nevi sorgu odasını çağrıştırmayı amaçlamaktadır. Sıralı sergileme şekli, dönüştüğüm kişiyi yansıtan Otoportreile sonuçlanan anlatımımı yapılandırmama yardımcı olmaktadır. Serginin merkezine yerleştirilen Pandora'nın Kutuları, sergiyi çıkış noktam olan Sürrealizm'e bağlayarak bilinçdışına dokunmaktadır.
Bu koleksiyon benim hem sanatsal hem de kişisel gelişimimi yansıtmaktadır. Tarzım yoğun, kalabalık kompozisyonlardan, üretim sürecinde ulaştığım zihinsel duruluğu yansıtan şekilde esas anlamlarına indirgenmiş imgelere evrilmiştir. Sergim aracılığıyla, kendi içimdeki “canavarları” semboller aracılığıyla görsel olarak canlandırarak onlarla yüzleşmeyi ve başkalarının da kendi canavarlarıyla yüzleşmeleri için bir fırsat yaratmayı umuyorum."
Kapkara bulutlar önünden geçerken çok daha esrarengiz gözüküyor bu gece aydaki yüz. Yüzlerce ejderha gibi kıvrılıp bükülmüş, aya düşen gölgeleri tehditkâr pençelere dönüşen bulutlar önünden aceleyle kaçışırken kaşları ayrı bir kasvetle çatılmış, her zamanki endişeli yüzü öfkeli, bezgin bir ifadeye bürünmüş.
Demek hala orada o yüz. Gökyüzündeki yerinden yine aynı açıda bana bakıyor. O çocukluğumu süsleyen, kaşlarının ucu endişeyle bükülmüş, ağzı büzük, aşağıya bakan surat. Küçükken annemle babam topladığımız bavulları arabaya yüklerken ben de onunla başbaşa kalırdım. Neden bu kadar üzgündü hep? Bir keresinde kardeşimin tuvaletini yapıp evden çıkmasını beklerken, uzun bakışmamızın ardından bir karara vardım: Biz gidiyoruz diye üzgündü. Tatile çıkıyor, onu da terk ediyorduk evimizle beraber. Ben de üzüldüm o zaman, ihanet ediyorduk resmen aydaki adama! Önemli değildi ama diye teselli etmiştim kendimi. Geri geleceğiz, ve ben ona tekrar bakacağım tam bu noktada, evimizin önünde.
O zamandan beri iki ev değiştirdik. Kardeşimle ben ortakulu bitirdik, liseye başladık, bir yıl sonra mezun oluyor kardeşim. On sekizinci yaş gününü kutlamaktan geliyoruz ailecek. Radyoda taa o zamandan beri iktidardaki partinin bir umut değişeceği haberini verecek açık oturum var. Tüm ülkenin kulakları gözleri orada. Dinlemek istiyorum ama odaklanamıyorum. Suçluluk, boğazımı sıkan pençeleriyle oturdu göğsümün ortasına. Kaç zaman oldu kim bilir, aydaki adama hiç bakmamışım. En son başbaşa kaldığımız, sessiz bakışmalarımızla açık gecede sohbet ettiğimiz zamanı hatırlayamıyorum bile. O da kızmış belli ki. Koyu sarı, altın ışıltısı bulutların ölü mavisiyle buluşurken kırmızıyla yanan bir halka oluşuyor çepeçevre. Biraz da yaşlanmış benim gibi, kırgın ve öfkeli.
Bir cinayetin iki sorumlusu vardır: kayıtsızlık ve vicdan eksikliği. Bu ikisi, her günün her saniyesinin her salisesinde çalıntı ruh istiflerine yenilerini ekliyor. Bu cinayetler serisinin fikir babaları onlar, ama o canları evlerinden çekip çalan, o ceset yığınının gerdanlarında kızıl
izler bırakan, korkunç bir farkına varışın sımsıkı kapalı yumruğunda son ışıklarını verirken gözleri çaresizlikle pörtletenler; ne bu iki cani, ne şeytan, ne de imkansızlık. Aksine, bunlar, vicdansızlıkla kayıtsızlığın ayak işçilerinin eseri. Hepsi de tanıdık aslında. Eller, kollar…
Beşer parmaklı, birer dirsekli… Bildiğimiz, her gün sıktığımız, önünde eğilip öptüğümüz, ölüm yatağında kendimizi emanet ettiğimiz uzuvlar. Bu uzuvlar, sırf şekilleri bizimkilere benziyor diye, sahiplerinin emelleri, varoluş nedenleri ve amaçları hakkında; onların da bizim gibi insanlık ve insan olmak üzerine yaşadığı varsayımını yapma gafletine götürüyor bizi.
Evrimin Aşil topuğu. İnsanın trajik hatası. Vicdansızlık ve kayıtsızlık, doğaları gereği yıkıcı güçlerini sevgisizlikten alırlar. Onların yok
etme sürecinin devridaimi için intikam, öfke, sevgi, nefret, aşk, inat, isyan gibi kuvvetli itici güçlere gereksinim yoktur. Böylesine derin duygular; önünde sonunda bir çeşit yaratım doğuran güçlerdir ve bunların var olması bir yana dursun, safi eksiklikleri bile bu cani ikilinin yok edici devridaimi için yeterlidir. Bu nedenle de kurbanlarını değil ama hizmetçilerini böyle duyguları hiç deneyimlememiş, herhangi bir şeye tutkuyla bağlanıp ulaşmak için çaba harcamaya bile yeltenmemiş, bencil ve çıkarcı varoluşları içinde aslında hiçbir şeyi ne gönülden istemiş ne de gerçekten sevmiş mahluklardan seçerler. Onları yönetmek kolaydır çünkü onların, üst merciden gelecek ve bireysel çıkarlarına ters düşmeyen bir buyruğa karşı gelmesine sebebi veya cesareti verecek, güç alabilecekleri herhangi bir tutkuları olmaz. Verilen emirleri, söylenenleri, eylemlerini veya bu eylemlerin sonuçlarını sorgulamazlar. Zira bu tür bir sorgulama, kaçınılmaz olarak dışarıda, kendi küçük amaçsızlıkları ötesinde koca bir dünya olabileceği ihtimaline götürür. Böylesi bir fikir onlarca düşünülemez bile. Çünkü böyle bir gerçekliği hayal dahi etmek, hayata karşı ataletlerini hoşlarına gitmeyecek kadar huzursuz eder.
Onlar bir bütünün parçası değillerdir. Kendi çıkar çemberlerinin dışına düşen hiçbir şey onların sorumluluğu veya meselesi olamaz. Öbür taraftan, birey olmayı da başaramazlar zira birey olarak var olmak, yine belli fikirlerden, kendilerine özgü kimliklerinden ve yaşama arzusundan güç almayı gerektirir. Bir kimlik oluşturmak şöyle dursun, öznel bir düşünce oluşturmak bile fazla meşakkatli bir iştir itaatkar bir kiralık katil ve hizmetkar için. Onun için, söyleneni asgari çaba ve enerji ile yerine getirip köşesine geri çekilmek çok daha zahmetsiz ve dolayısıyla fazlasıyla caziptir.
Gelelim vicdansızlık ile kayıtsızlığın buyurduğu, hizmetkarlarının uygulamaya koyduğu, saniyede defalarca işlenen cinayetlerin kurbanlarına. Bu kurbanların tümünün ortak özelliği, evrimsel Aşil topuğumuz sonucu; görsel ip uçları ve verilere dayanarak karşıdakinin tehdit potansiyeliyle ilgili çok hızlı, genellikle isabetli, fakat tehlikeli derecede yanılma payı taşıyan çıkarımlarda bulunma işlemidir. Bu bilişsel süreçte, çoğunlukla görsel benzerlik ve insan
beyninin evrimsel içgüdülerle olumlu olarak yorumladığı duyusal işaretler, kurbanı karşıdakinin amaç ve isteklerinin de kendisininkilerle benzer olduğu doğrultusunda yanıltıcı bir paralelliğe götürür. İşte kurban için varılan bu sonucun hayati bir hataya dönüştüğü nokta, bu çıkarımın yerini güven duygusuna bıraktığı andır.